Öncelikle devletimizin çeşitli kademelerinde çok önemli görevlerde
bulunan ve bulunmuş heyetinizin fiilen yürüttüğü görevler haricinde de
ülke meseleleri ile ilgili kaygısının olmasının, yapabileceğinin bir
fazlasını yapmaya gayret etmesinin ülkemiz ve ülke insanı açısından çok
kıymetli olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli Dostlarım;
Bir ülkenin yarın bugünkünden daha müreffeh yaşaması, itibarını
katlaması, dünya milletler ailesi içinde bir adım öne çıkabilmesi, etkin
ve etkili olabilmesi için iki şeye mutlak surette ihtiyaç var.
Birincisi kendisinin farkında olacak, eldekileri ve eldeki imkânlarını
net olarak bilecek. İkincisi de bir hedefi olacak.
Fıkra bu ya, bir İngiliz, bir Fransız ve Temel muhabbet ediyorlar.
Muhabbetin konusu astronomi.
İngiliz der ki, yakında ay’a gideceğiz.
Fransız da Mars’a gideceklerini söyleyince daha iddialı bir şey söyleme telaşındaki Temel hemen atılır;
- Biz de güneşe gideceğiz.
Fransız ile İngiliz hemen itiraz ederler;
- Öyle şey olur mu, orası çok sıcak hangi teknolojiyle nasıl gideceksiniz, diye sorarlar.
Temel’de cevap hazır;
- Öğle sıcağında değil herhalde akşam serinliğinde gideceğiz.
Bu fıkradaki gibi uçuk değil, ancak bizi bir adım öteye taşıyacak, hem
millet olarak hem de sektörler itibarıyla geleceğe kararlılıkla
yürümemizi sağlayacak somut gerçekleştirilebilir hedeflere ihtiyacımız
var.
Bir örnek vermek istiyorum, Amerika’nın 35’nci Başkanı J.F. Kenedy’nin
seçimlerdeki vaadi Amerika 10 sene içinde aya çıkacaktır şeklindeydi.
O günkü teknoloji ve o günkü imkânlarla bu imkânsızdı. Ama somut bir
hedefti. O hedef 1980’lere kadar bir evden büyük olan bilgisayarların
bugün cebimize sığmasını sağlayacak ilk adımların atılmasını sağladı.
Malum Uzay mekiği küçücük bir şey, uzaya çıkmak için iletişim
teknolojisine ihtiyacınız var. Bir ev büyüklüğündeki bilgisayarı mekiğe
yükleseniz, bırakın yükselmeyi yere çakılırsınız. Bilinen yakıtlarla da
ay yolculuğunu yapmanız mümkün değil. Yeni yakıt teknoljisine
ihtiyacınız var. Başka, atmosfere giriş çıkışta deforme olmayacak
donanıma ihtiyacınız var. Başka, mekikle göndereceğiniz astronotların
beslenmesini sağlayacak gıdalara ihtiyacınız var. O hedef, onlarca
sektörü ve üniversiteyi hareketlendirdi. Konvansiyonel silahlardan,
bilişim teknolojisine, otomotivden, gıdaya onlarca yeniliğe zemin
hazırladı.
Hem Türkiye’nin hem tarım sektörünün geleceğe motive olmak, gelecekte
daha iyi noktada olabilmek için hedeflere ihtiyacı vardı ve o hedef
belirlendi. Türkiye 2023 vizyonu ile bir hedef belirledi.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında hem demokrasisiyle, hem ekonomisiyle
gücüne güç itibarına itibar katmış bir Türkiye için somut hedeflerimiz
var. Mesela 11 yıl sonra dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında olmak,
ihracatımızı 500 milyar doların üzerine çıkarmak hedeflerimizden
bazıları ve Allah’a şükür bu hedeflere doğru da sağlam adımlarla
ilerliyoruz. Tarım sektörümüz için de 2023 vizyonu çerçevesinde hedefler
belirlendi. Mesela 60 milyar dolarlık tarımsal üretimimizi 150.000
milyar doların üzerine çıkarmayı, dünyanın en büyük tarım ekonomileri
arasında ilk beşte yer almayı hedefliyoruz.
2023 hedeflerinin somutlaştırılması için kullanılan rakamlar var
elbette, slogan cümleler de var. Ancak bu matematik hedeflerin arkasında
çok daha büyük bir değişimin hesaplandığını, çok daha etkileyici bir
tahayyülün olduğunu biliyoruz.
Mesela, dünyanın ilk 5 tarım ekonomisinden biri olma iddiasını ortaya
attıysanız, dünyanın en büyük gıda markaları içinde sizin de bir
markanızın olması gerekiyor. Mesela 500 milyar dolar ihracat hedefi
koyduysanız, o ihracatı gerçekleştirecek sanayiyi hem teknolojisi hem de
rekabet gücüyle inşa etmeniz gerekiyor. Mesela 2 trilyon doların
üzerinde bir Gayri Safi yurt İçi Hasılaya ulaşma hedefimiz varsa ve kişi
başına geliri 10 yılda iki katından fazla arttırmayı arzuluyorsak,
değiştirmemiz gereken çok şey var.
O değişimi gerçekleştirebilmek için de kendimize bakmamız gerekiyor.
Sadece kendimizi tanımamız da yetmiyor, dünyada yerimiz ne onu görmemiz,
avantajlarımızı dezavantajlarımızı bilip ona göre önlem almamız
gerekiyor. Kalkınma Bakanlığımızın 13 Şubat 2013’te yayınladığı
Uluslararası Ekonomik Göstergeler Raporundaki rakamlar şöyle;
2012 itibarıyla 74 milyon 890 bin nüfusuyla Türkiye dünya nüfusunun
%1,08’ine sahip. Bu nüfusuyla bugün için dünyada en çok nüfusa sahip
18’inci ülke. Türkiye’nin Dünyanın yüz ölçümündeki payı ise %0,58.
Dünyadaki toplam hasılanın %1,36’sını üreten Türkiye, Gayrisafi Yurtiçi
Hasıla sıralamasında ise 16’ncı sırada. Kişi başına gelirde 2012
rakamlarıyla 10.456 dolar ile Rusya, Macaristan, Arjantin ve Malezya’nın
hemen gerisinde 64’üncü sırada. En çok kişi başına gelir Lüksemburg’da
ve 105.719 dolar. Yani 10 Türk vatandaşının cebine giren bir
Lüksemburglu’nun cebine giriyor. Onu, 100.377 dolarla Katar, 99.315
Dolarla Norveç izliyor. ABD’de kişi başına gelir 49.802, Almanya’da
41.167, İngiltere’de 38.591 dolar. Yani dünyanın birinci liginde yer
almak için daha alacağımız epeyce mesafe var.
Dünya Ticaret hacminde ülkemizin payı %1,03 ve son 10 senede yaklaşık
%40’lık istikrarlı bir artış gerçekleştirmişiz. Dünya ticaret hacminde
Amerika’nın payı gittikçe azalmasına rağmen %10’un üzerinde, 10 yılda
performansını 2,5 kat yükselten Çin’in payı %10,03. Çin’in bu yükselişi
Almanya’yı hemen hemen hiç etkilememiş, en büyük kaybı ABD ile birlikte
Güney Kore yaşamış onları Fransa, İngiltere, Japonya, Kanada, Hong-Kong
izlemiş. Bu verilerden çıkaracağımız birinci ders eğer dünya ticaretinde
yükseleceksek, Çin’in olduğu alanlara değil olmadığı alanlara yönelmek
olmalı. O da gıda, enerji gibi sektörler.
Başka neler var rakamlarda. En çok istihdam Çin’de toplam çalışan sayısı
764 milyon 200 bin kişi. Yani bizim toplam nüfusumuzun 10 katından
fazla. Onu 459 milyon çalışanıyla Hindistan, yaklaşık 140 milyon
istihdam ile ABD izliyor. 2011 yılı itibarıyla Türkiye’deki istihdam
rakamı 24 milyon 100 bin, Toplam istihdamın nüfus içindeki payı ise
%32,59. Toplam istihdamda dünyada 15’inci sıradayız, ancak işgücüne
katılımda 57’nci sırada. Mesela işgücüne katılımda Lüksemburg birinci
sırada ve nüfusun %72’sinden fazlası çalışanlardan oluşuyor. Katar
ikinci sırada oradaki katılım da %71,93. Singapur’da bu oran %62,28,
İsviçre’de %59,59, Çin’de %56,72, Almanya’da %50,56, Hollanda’da %50,13,
İngiltere’de %46,73, ABD’de %44,84. Yani Lüksemburg’da 72 kişi çalışıp
28 kişiye bakıyor, Türkiye’de 33 kişi çalışıp 67 kişiye bakıyor.
Okutuyor, doyuruyor vesaire. İkinci derste buradan çıkıyor. Ne yapıp
edip işgücüne katılımı arttırmamız gerekiyor. Yani daha çok üretim
tesisi kurmalı, daha çok üretim alanı açmalıyız.
İşgücü verimliliğinde birinci sırada yine Lüksemburg var. İkinci Norveç,
Üçüncü İrlanda, Dördüncü ABD ve sırayla işgücü verimliliğinde 67, 63 ve
55 doları aşmışlar. Türkiye işgücü verimliliğinde 39’uncu sırada ve
işgücü verimliliğinde ulaştığı rakam 23,87 dolar. Bu rakam Çin’de 8
doların altında, Hindistan’da ise 5 doların altında.
Küresel Rekabet edebilirlik Endeksi sıralamasında birinci sırada İsviçre
var. İkinci Singapur, Üçüncü Finlandiya, Dördüncü İsveç. Onları
Hollanda, Almanya, ABD, İngiltere, Hong Kong ve Japonya izliyor. Fransa
21, Çin 29’uncu sırada, biz ise 43’üncü sıradayız. Yani rekabet gücü
açısından 42 ülke bizden daha iyi durumda. Üçüncü derste bu olmalı
rekabetçi yapımızı güçlendirmeliyiz. Bunu yapabilir miyiz? Elbette
yapabiliriz. Nasıl? İşgücüne katılımı arttırarak, çalışanların verimini
arttıracak, katma değerli ürünler üretmemizi sağlayacak sektörlere ve
yatırımlara yönelerek. En önemlisi de bu yapıya ve yapılara destek
olacak bilimsel altyapıyı oluşturarak.
Bu rakamlar kuşbakışı Türkiye özetiydi. Benzer durumlar ve rakamlar
tarım sektörümüz için de geçerlidir. Türkiye 24 milyon hektarlık tarım
arazisiyle arazi varlığı bakımından dünyada 13’üncü sıradadır. Sahip
olduğumuz bu arazinin yaklaşık 8,5 milyon hektarı sulanabilir arazi
ancak bunun henüz yaklaşık % 60’ında sulu tarım yapabiliyoruz. Yani
toplam tarım arazilerimizin üçte biri sulanabilir arazi ancak bunun da
tamamına sulama altyapısını henüz ulaştıramamış durumdayız. Tarım
arazilerimizin her yıl yaklaşık 4 milyon hektarı ise nadasa bırakılıyor.
Yani mevcut arazilerimizin de %80’inde zirai üretim
gerçekleştirebiliyoruz. O arazilerin bereketinden geçimini sağlamaya
çalışan 17,3 milyon insanımız Türkiye’nin dört bir tarafında köylerde,
mezralarda yaşıyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 23’üne tekabül eden bu
nüfus, sahip olduğu 12,5 milyon büyük, 32,3 milyon küçük baş ile de
hayvansal üretim gerçekleştiriyor.
Bu 17,3 milyon insanımız yıl boyu çoluk çocuk ailecek çalışarak bir
yılda toplam 61,8 milyar dolarlık tarımsal hasıla üretiyor. Bunun da
40,8 milyar dolarlık kısmı bitkisel üretimden geri kalanı hayvancılık ve
diğer üretim kalemlerinden oluşuyor. Kişi başına milli gelir
ortalamasının 10.456 dolar olduğu ülkemizde tarım kesiminde bu rakam
genel ortalamanın yaklaşık üçte biri olarak gerçekleşiyor ve 3.602
dolara düşüyor.
Arazi varlığı, tarımsal arazilerinin yapısı, iklim özellikleri ile
tarımsal üretim için önemli avantajlara sahip olan ülkemiz, son 10 yılda
tarım ekonomileri arasında 4 basmak ilerleyerek dünyada Çin, ABD,
Hindistan, Brezilya, Japonya ve Endonezya’dan sonra 7. Sıraya
yükselirken 10 yıl sonrası için hedefini dünyanın en büyük tarım
ekonomileri arasında ilk beşte yer almak olarak belirledi.
Bugün için 61,8 milyar dolarlık tarımsal üretim gerçekleştiren Türkiye,
2023’te bu üretimini 150 milyar dolara, 15,3 milyar dolar olan
ihracatını ise 40 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Bugün için 17
milyar dolar civarında olan ve sanayi için ithal edilenler hariç 11
milyar dolar civarında tarımsal ürün ithalatı yapan ülkemiz tarımsal
ürün ithalatını ise olabildiğince azaltmayı amaçlıyor.
Bu mümkün mü? Mümkün. Önce üretim altyapımızı tamamlayıp, sonra da
sektörü üretmeye, daha çok ve daha nitelikli üretmeye teşvik
edebilirsek, ekonomimizin genel problemi olan verimlilik problemini
tarım sektörümüzde de aşabilirsek bu hedeflerden daha fazlasını da
gerçekleştirebiliriz. Mesela 2023 yılında sulanabilir arazilerimizin
tamamını su ile buluşturma hedefi ve Mavi Tünel, GAP gibi projelerde
kaydedilen ilerleme kararlılığın göstergesidir. Arazi
toplulaştırmasında ulaşılan rakamlar yapısal meselelerin halli için
atılan önemli adımlardır.
Ancak en az bunlar kadar önemli husus şudur, ne üreteceksiniz, nasıl
üreteceksiniz ve ürettiklerinizi ne yapacaksınız? Zaten bol olanı mı
üretmeye devam edeceksiniz, ihtiyaç olanı, dünyada talebi yükseleni mi
üreteceksiniz? Üretip müşteri mi bekleyeceksiniz, mamul ürün haline
getirip müşterisini mi bulacaksınız? Yani üreticiyi çiftçilikten dinamik
bir sürecin etkin aktörü haline getirebilecek misiniz? Bizim cevap
üretmemiz gereken sorular bunlar.
Üreticinin fabrikası toprak. Oraya ne ekersen onu alıyorsun. Onun için
önce o araziyi bir işletme olarak göreceğiz. O işletmeden de maksimimum
geliri elde edebileceğimiz üretimi planlayacağız. Mesela, biraz önce
belirttim, nadasa bırakılanlar hariç bizim ülkemizdeki bitkisel üretim
yaklaşık 20 milyon hektarlık bir arazide yapılıyor. Toplam bitkisel
üretim hasılası ne kadar? 40,8 milyar dolar. Bir adalar ülkesi olan
Japonya’nın toplam tarımsal arazisi bizimkinin beşte birinden az.
Üstelik de iklimi son derece elverişsiz. Ancak o Japonya bizim beşte
birimiz kadar arazide bizden fazla tarımsal hasıla elde ediyor. Yani
bizim beş dekarda ürettiğimizden fazlasını 1 dekarda üretiyor. Onlar ne
yapıyor da bizi beşe katlıyor bunun üzerinde düşünmemiz ve çalışmamız
lazım, akıl terletmemiz lazım.
Türkiye bir hektar tarım arazisinde ortalama 2.040 dolarlık ürün
üretebiliyor. Dekarda 204 dolar. Yani aşağı yukarı bir yılda, bir
dekardaki bitkisel üretimin toplam değeri 350 TL. Konya kadar bir
araziye sahip Hollanda denizden kazandıklarıyla birlikte yaklaşık 2
milyon hektarlık tarıma elverişli arazide 20 milyar dolarlık üretim
gerçekleştiriyor. Yani hektar başına yaklaşık yılda 10.000 dolarlık
hasıla elde ediyor. Dekarda 1.000 dolar. Yani dekar başına ciroda bizim
üretim değerimizi 5’e katlıyor. Ürettiğini de öylece bırakmıyor.
Tarımsal sanayide değerlendiriyor, kendi ürettiklerini, hatta hiç
üretmediklerini dünyanın dört bir yanından, bizden, bizim
üreticilerimizin tarlalarından da toplayıp kurduğu sanayi tesislerinde
harmanlayıp, birkaç işlemden geçirdikten sonra, o 20 milyar dolarlık
tarımsal üretimle entegre ettiği gıda sanayisinden 150 milyar dolarlık
ciro elde ediyor. O cironun önemli bir kısmı da, yani oluşan katma değer
de kooperatifler vasıtasıyla tarım sektöründe, yani tarlaya tohumu
atanda, seraya fidanı dikende, ahırda uğraşanda kalıyor.
Çok somut bir örnek vermek istiyorum. Konya kadar toplam araziye sahip,
Konya’nın tarım arazisinden daha az bir arazide bütün üretimini yapan
Hollanda yaklaşık 4 milyon büyükbaşı, 1,5 milyon koyun ve keçiyi
besleyip senede 11,5 milyon ton süt üretiyor. Biz Konya’da 550.000 büyük
baş, 1,5 milyon küçükbaşa sahibiz ve yıllık 950 bin ton süt
üretebiliyoruz. Yani büyükbaş varlığı bizden hemen hemen 7 kat fazla
olan Hollanda süt üretiminde bize fark atıyor ve 11 katımızdan fazla
üretiyor. Yani inek başına 1,5 kat fazla süt alıyor. Aramızdaki birinci
fark da zaten burada ortaya çıkıyor. Verimlilik problemi.
Ancak başka farklar da var. Mesela ürettiğini ne yapıyor. İşliyor. Kim
işliyor. Üreticinin bizatihi kendisi. Öyle bizdeki gibi küçük
mandıralarla falan değil. Bir kooperatif kuruyor o kooperatif dev
işletmeler inşa ediyor. Frieslancampina Hollanda’da süt üreticilerinin
1870’te kurduğu bir kooperatif daha doğrusu kuzeyde ve güneyde kurulu
iki kooperatifin 1960 yılında birleşmesiyle bu ismi almış bir
kooperatif. Kooperatife süt üreticisi 14.391 kişi üye. Bu kooperatif
ortaklarının ürettiği sütü yüksek fiyattan alıp işliyor, mamul ürün
haline getirip satıyor ve oluşan katma değerin de ortaklarına ulaşmasını
sağlıyor. Kooperatifin başarısı çevre ülkelerdeki üreticileri de
etkilemiş ve bu kooperatife Belçika ve Almanya’dan da ortak olan
üreticiler mevcut.
Kooperatifin ürettiği süt ürünleri 100 ülkede satılıyor ve bu
kooperatifin 25 ülkeye yayılmış işletmeleri ile satış ofislerinde 19.000
kişi çalışıyor. Ortaklarından yılda 4.5 milyon tondan fazla süt
alıyor. Kooperatifin yıllık cirosu 13,2 milyar $, Euro olarak da 10.2
milyar €. Yani ülkemiz tarım sektörünün beşte birinden fazla. Üye başına
cirosu 700 bin €’dan fazla. Üye başına net karı ise 21.000 €’nun
üstünde. Üretici başına yaptığı çiğ süt ödemesi ise ortalama 117.239 €.
Bu kooperatif sadece bir örnek. Hollanda’da Frieslancampina’nın işlediği
4,5 milyon ton sütten geri kalan yaklaşık 6,5 milyon ton sütü de
ağırlıklı olarak yine kooperatiflere ait işletmeler işliyor. Bir fikir
vermesi açısından kısaca özetliyeyim.
Mesela Finlandiya’da et üretiminin %74’ü, süt ürünleri üretiminin %96’sı
üretici kooperatiflerince gerçekleştirilmektedir. Süt ürünlerinden
devam edersek, bu oran Almanya’da %70, Norveç’te %99, Polonya’da %75,
Slovenya’da %72, Uruguay’da %90’dır. Bu örnekleri, et ürünleri, orman
ürünleri, deniz ürünleri, işlenmiş tahıl, şeker pancarı aklınıza gelen
her ürün için çoğaltabiliriz. Ancak işin özü şudur, üretim zincirinin
ilk halkasında yer alan üreticiler, kooperatifleşerek işin sanayi
ayağında ve pazarlanmasında da yer almışlar ve oluşan katma değerin
tarım sektöründe kalmasını sağlayarak, refah seviyelerinin yükselmesi
için kendi çözümlerini kendileri üretmişlerdir.
Şimdi bizim ülkemizin tarım sektörünün problemleri belli. Herkes
sektörün meselelerini bir eksik iki fazla sıralayabilir. İşletme
büyüklüğü, sulama altyapısı, plansız üretim vesaire vesaire. Ancak enaz
bunların hepsi kadar önemli olan problem, üreticinin süreçteki
etkinliğinin tarla veya ahır ile sınırlı kalmasıdır. Bu problem
verimliğin de, modern tarımın da, ticarileşmiş ve piyasa ile entegre
tarımın da önündeki en önemli problemdir. Eğer 2023 yılında tarım
sektörünün önüne koyduğumuz hedefleri kağıt üzeri hedefler olmaktan
çıkarmak istiyorsak tarım sektörümüzdeki asırlık akışı değiştirmemiz
gerekiyor.
Futbolda moda bir tabi vardır. Kazanan takım değiştirilmez. Ya da
işleyen düzen bozulmaz. Ya düzen işlemiyorsa? O zaman ya oyuncular
değişir ya sistem. Tarım sektörümüzde oyuncuları değiştirme şansımız
yok. O zaman ne yapacağız? Sisteme müdahale edeceğiz ve akışı
değiştireceğiz.
Bir örnek olması için soruyorum. Türkiye tarım sektöründeki hakim yapı
küçük işletmeler. Bu hayvancılıkta da böyle arazi yapılanmasında da
böyle. Yani üreticinin ahırında 3-5 büyükbaş ya oluyor ya olmuyor. Bu
rakam çift rakamlara çıkınca ahırında diğerlerine göre 3-5 fazla ineği
olan köylerde hemen ağa tabir ediliyor. Öyle çift rakam dediysek 70-80
büyük baştan bahsetmiyoruz. Kastımız 10-15 bilemediniz 20. Ahır
büyüklüğü bu olmasına rağmen içinizde süt ürünlerinde, et ürünlerinde
bir kooperatif markası hatırlayan var mı?
Ufak tefek birkaç yerel marka. Irak köy kalkınma kooperatifi yoğurdu.
Yakın köy kalkınma kooperatifi peyniri gibi birkaç yerel marka. Onların
da işletmeleri maalesef mandıradan ibaret. Yani büyük pazarlarda ürün
çeşidi, kalitesi, ambalajı ve sürekliliği ile rekabet etme şansı yok.
İşte sayın Genel Müdürüm belki bir markete girdiğinde memleketinden bir
kooperatifin yoğurdu varsa alıyordur. Sayın başkanımız belki memleketin
adı var diye tereyağını senede birkaç kez üşenmeyip yolunun üstü
olmamasına rağmen hemşehrisi bir bakkaldan gidip alıyordur. Ancak bu
alış veriş maalesef pazarın %3’ünü %5’ini bile teşkil etmiyor.
Mesela size garip gelmiyor mu? Hayvancılık sektöründe hâkim yapı küçük
işletmeler ancak et ve süt markaları hep şahıs sermayeli şirketler. Bize
garip geldi ve bu akışı değiştirmek lazım dedik ilk adımı attık. Bir
üretici kooperatifi olarak etliye sütlüye karışalım dedik. 2011 yılında
dünyanın en büyük Et-Süt Entegre Tesisinin temelini attık ve süt
ürünleri üretim tesisimizi devreye aldık, inşallah yıl sona ermeden de
Et Entegre Tesisimiz devreye girecek.
Akışı değiştirmek kolay bir iş değil, ezberleri bozmak, kalıpları yıkmak
suyun yatağını değiştirmek zor iş. Bunu eminim siz benden daha iyi
biliyorsunuz. Ülkemiz tarım sektöründe akışın değişmesine, suyun
yatağının yenilenmesine ve akan sudan üreticinin de istifade edeceği bir
paylaşımın tarifine ihtiyaç var. Biz Konya Şeker’de bunu yapmaya gayret
ediyoruz. Bu değişimin hikayesi ise kamunun bize bizim olan şeker
fabrikamızı geri vermesi ile başladı. 1954 yılında üretime başlayan
Konya Şeker Fabrikasının kurucusu pancar üreticisi olmasına rağmen Konya
Şeker’i 40 yıl devlet işletti ve bir gün biz çekiliyoruz karı da zararı
da sizin dedi ve bizim hikayemiz o gün başladı. Önce bocaladık, 2000’li
yıllarla birlikte de kendi sistemimizi geliştirdik.
Bir hikaye ile anlatayım;
Ava meraklı Padişaha başka bir padişah tarafından iki tane doğan hediye edilir.
Padişah doğanları eğitmesi için doğancıbaşına verir ve bir ay sonra ava hazır edile der.
Günler günleri kovalar ve verilen tarihin dolmasına ramak kala
doğancıbaşı huzura çıkıp, doğanlardan birinin mükemmel bir şekilde
uçtuğunu, eğitiminin tamamlandığını ancak diğerinin geldiği günden beri
tünediği daldan kımıldamadığını söyler.
Hemen şifacılar çağrılır bakarlar bir şeyi yok. ülkenin en namlı kuşçuları çağrılır onlar da çare bulamazlar.
Denenen hiçbir yoldan çara bulamayan padişahın aklına dağlık bölgeleri tanıyan birinden yardım almak gelir.
Tez bana dağ köylerinden bir çiftçi buluna diye ferman buyurur.
Dağ köylerinden apar topar bir çiftçi bulunur, saraya getirilir. Doğanla çiftçi baş başa bırakılır.
Saray erkanı daha padişahın huzuruna varmadan doğan havada süzülmeye başlar.
Padişah köylünün tez zamanda huzura getirilmesini ister.
Bizim köylüyü yine apar topar alıp padişahın huzuruna çıkarırlar.
Padişah sorar;
- Sen ne yaptın da bu sünepe kuşu kanatlandırdın?
Boynu bükük köylü toparlanmaya çalışarak biraz da saray malına zarar
verdiğim için kızdılar mı acaba korkusuyla titreyerek cevap verir;
- Sadece kuşun tünediği dalı kestim.
Bizim ki de o hesap oldu. Önce yere düştük. 4-5 yıl ne olduğunu anlamaya
çalıştık. 1999’da önce kendi kanatlarımızın farkına vardık. 2004’le
birlikte kanatlarımızın gücünü keşfettik. O kanatları güçlendirmek için
sürekli eksersiz yaptık, her yatırım bizim için bir antrenman oldu ve
bugün hedefimizi daha yükseklere çıkardık ve dedik ki, Türkiye dünyanın
en büyük ilk beş tarım ekonomisi içinde olacaksa Konya Şeker’in gıda
markası Torku da dünyanın ilk beş gıda markasından biri olacak. Hem
üretim çeşidi hem kalitesi hem üretim hacmi hem de cirosuyla.
Bu hedefi realize etmek için de 1999’dan beri aralıksız proje üretiyor, her yıl bir önceki yıldan daha fazla yatırım yapıyoruz.
Hazreti Mevlana’nın çok sevdiğim bir sözü var. Diyor ki Mevlana
Hazretleri; bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
Şunu yaptık demeyi sevmiyorum, yaptıklarımızı anlatmaktan da
olabildiğince imtina ediyorum. Ancak eğer Konya’daki mum başka mumları
tutuşturacaksa, bir başkasının sofrasına bereket katacaksa bizim
hikâyemizi, bizim tecrübelerimizi paylaşmayı da bir vazife saydığımı
belirterek kısaca size üreticinin tarladaki emeğini korumak, akışı
değiştirmek için nasıl bir yol haritası izlediğimizi özetlemek
istiyorum.
Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi 1950’li yılların başında Konya
Ovasında buğday ve arpa dışında yeni bir ürünü yani şeker pancarını
ekmek isteyen çiftçiler tarafından kurulmuş. Ve Ana sermayedar bizim
kooperatifimiz olmak üzere Konya eşrafı ve Ereğli, Akşehir ve Ilgın
Pancar Ekicileri Kooperatifleriyle birlikte Konya Şeker Fabrikasının
kuruluş sermayesini de ortaya koymuş. Hepsini rahmet ve minnetle
anıyoruz. Onlar dişinden tırnağından arttırdıklarıyla bir fabrika
kurdular ve onların verdiği can suyu bugün onların torunlarına hem iş
imkânı sağlıyor hem de köyünde tarlasında kalanların daha çok ürününe
sahip çıkıyor, onların üretimine destek sağlıyor.
Konya Şeker’i 1990’lı yılların başına kadar kamu işletti. O dönemde
Konya Şeker ne uzadı ne kısaldı. Pancarın dışında ikinci bir ürüne
destek olacak tek tesis kurulamadı. Üretici sahibi olduğu fabrikayı
yönetmek şöyle dursun, pancar kuyruklarında sabahladı. O ayaz gecelerde
fabrika önünde sabahlayanlardan biri de benim.
1994 yılında kamu yönetimden çekildi, elindeki küçük hisseyi
kooperatiflere sattı ve fabrikanın işletmesini 40 yıl sonra asıl
sahibine yani kooperatifimize devretti. Kısa bir alışma döneminden
sonra, 2000’li yıllarla birlikte biz bu fabrikaya yeni bir misyon
yükledik ve kooperatifimizin amiral gemisi olan ticari işletmemizi, bir
istihsal kooperatifi gelişmiş ülkelerde ne yapıyorsa onları hatta daha
fazlasını yapacak şekilde işletmecilikten, üretici ile ilişkilere,
yatırım planlamasından, bölge üreticisinin ihtiyaçları ve ürün desenini
de dikkate alan yeni faaliyet alanlarına giriş stratejilerine kadar yeni
bir rotaya soktuk.
Arkası da çorap söküğü gibi gelmeye başladı. Bugün Konya Şeker’de büyüme
otomatik pilota bağlanmış şekilde bir süreklilik gösteriyor. Biz
duralım desek üretici ortaklarımız yatırımların durmasına izin vermez.
Yani ilk ivme önemli, o ivme kazanıldıktan sonra her şey çok daha kolay
oluyor. Çünkü en başta sizin omuz omuza verdiğiniz insanlar, ilk
yatırımlara biraz soğuk bakıyor. Altın yumurtlayan tavuğa keselim
bölüşelim diyor. Yani yatırıma harcanacak parayı hemen istiyor. Ancak o
yatırım tamamlanıp ürün bedeliyle alacağından daha fazlasının cebine
girdiğini görünce ya da üretimin her aşamasında kurumun yaptığı
destekler artınca ve daha çok ürününü kuruma üstelik de ülkedeki fiyat
ortalamalarından daha iyi fiyatla satma imkânına kavuşunca da bir
yatırım, bir yatırım daha diyor.
Mesela biz bu sene itibarıyla üretici ortaklarımızın şeker pancarı
dışında patatesini, mısırını, arpasını, kanolasını, ayçiçeğini de
değerlendiriyoruz. Ancak üretici başka ürünlerine de güvence istiyor.
Bize havuç için, domates için, bakliyat için, buğday için yatırım yok mu
diye her gün soruyor. Onlar da olacak bugün henüz yaygın ekimi olmayan
ürünler de olacak, portföyümüzde süt ve besi de olacak. Kararlıyız ancak
aceleci değiliz. Zaten son 13 yılın özeti gittiğimiz ve gideceğimiz
adresin de göstergesidir.
Konya Şeker bir kooperatif iştirakidir. Yani Konya Şeker’in ortağı
üreticilerdir. Dolayısıyla bizim asli sorumluluğumuz onlara karşıdır.
Onların hem bugün hem de gelecekte tarımsal üretimlerini devam
ettirebilmeleri ve o üretim faaliyetinden de azami geliri elde etmeleri
yani tarla ile bağlarının kopmaması bizim şirketimizin hayat kaynağı,
varlık sebebidir.
Biz bir üretici kuruluşuyuz ve bizim değişmez ilkemiz şudur,
sürdürülebilir bir üretim, üretimde süreklilik ve daha çok üretim. Temel
yaklaşımımız bu olunca da kooperatifçiliği ona göre yorumlayıp, ona
uygun icraatlar gerçekleştirdik. Yapılanlarla amaçları örtüştürmeniz
bakımından sistemi özetlemek istiyorum. Konya Ovasında şeker pancarı
üretiliyor biz de bu pancarı alıp şeker üretiyoruz. Yani hem bizim
fabrikamızın çalışabilmesi için şeker pancarı üretiminin devam etmesi
gerekiyor. Hem de çiftçimizin kazanabilmesi için Konya Ovasında şeker
pancarı ekmeye devam edebilmesi gerekiyor. Bu zaten yapılıyordu
diyebilirsiniz. Ancak biz Çumra Şeker Fabrikasını da işletmeye alarak
öncelikle tarımsal üretim hacmini ikiye katladık.
Bu yetiyor muydu? Elbette hayır. Bunun bir de birim alandan daha çok
ürün alınmasını sağlayacak tedbirlerle ve şeker pancarı içindeki şeker
verimliliğini yani polar oranını arttıracak çalışmalarla desteklenmesi
gerekiyordu. Biz hem fabrikanın karlılığını arttırabilmek hem de
üreticinin dekar başına üretimini ve gelirini arttırabilmek için
çiftçimize nitelikli tohum veriyoruz ki pancardan daha çok şeker
alabilelim. Bunun için tohum işleme tesisi kuruduk.
Yine hem hammaddeyi garanti altına alabilmek hem de finansman zorlukları
nedeniyle çiftçimizin tarımsal faaliyetinin aksamaması için sezonda
altı kere ayni ve nakdi avans uygulaması başlattık. Son yıllarda ürünü
teslim almadan önce de çiftçinin pancar bedelinin yaklaşık üçte ikisini
peşin olarak ödemeye başladık.
Bunlar yetiyor muydu elbette hayır. Verimin artması için çevre
şartlarının da üretici lehine değişmesi gerekiyordu. Yani ekosistemin
bozulması nedeniyle yaşanan verim düşüşüne de müdahil olmamız
gerekiyordu. Bunun için ne yaptık, ağaçlandırma çalışmalarını başlattık.
Yani doğal iklimleme ile verim artışına dolaylı ancak katkısı
tartışılmaz bir önlem geliştirdik. Konya Ovasına satıh esaslı olarak ve
tüm Ovanın ekosistemini bir bütün olarak değiştirecek miktarda ağaç
ekmeyi hedefledik. Şimdilik 8,5 milyon ağaçtan fazlasını diktik.
Bunların verime olumlu etkisi hissedilmeye başlandı. Bu etki katlanarak
artacak. Bir başka etkisi daha oldu biyolojik hayat canlandı ve tarım
zararlıları ile biyolojik mücadelede mesafe alınmaya başlandı. Örneğin
süne ile mücadelede tarım ilaçları ile yapamadıklarımızı kuşlarla,
böceklerle yapmaya başladık.
Yine bir diğer önlemimizi Damla sulama tesislerini devreye sokarak
uygulamaya koyduk. Bu sistemi de çiftçimizin kurması için kooperatif
finans sitemi içinde teşvik uyguladık. Bundaki amacımızda açıktır, Konya
Havzasında azalan su kaynaklarının daha az kullanılmasını sağlayarak
üretimin sürdürülebilirliğine katkı sunmak. Çiftçi için hem ürün verimi
açısından artı etkisi olan hem de gübre, sulama ve enerji masraflarını
düşüren bu sistemlerin üretimine başlamamızdaki bir diğer neden ise
piyasa regülâsyonu idi ve bunda da amacımıza ulaştık. Damla Sulama
Sistemleri Üretim Tesisimiz devreye girer girmez hammadde fiyatlarında o
yıl yaşanan artışa rağmen %50’lik bir fiyat düşüşü sağlandı. Yani
üretici açısından damla sulama sisteminin maliyeti düştü, ürün verimi
arttı girdi bedeli azaldı. Daha net anlaşılması için şunu
söyleyebilirim. Biz Damla Sulama Üretim Tesisimizi 2007 yılında
işletmeye aldık. Aradan 5 sene geçti. Damla sulama borularının fiyatı
henüz 2007’de yabancı iki firmanın tekelindeki pazar fiyatlarına
ulaşmadı.
Tohum, ağaçlandırma, sulama bunların sadece şeker pancarının daha
verimli üretilmesi, birim alandan sadece şeker pancarında verim
artışının sağlanması için yapılmadığı açıktır. Bunlar tarımsal
altyapının tümüne şamil yatırımlardır. Çünkü bizim ortaklarımız aynı
tarlaya ancak dört yılda bir şeker pancarı ekebiliyor. Bu çiftçiler
şeker pancarı ekmedikleri yıllarda boş yatmıyor. Başka ürünleri
üretiyorlar. Bizim onlara yönelik yatırımlarda yapmamız gerekiyordu ve
öyle yaptık.
Mesela parmak patates üretimine yani dondurulmuş gıda üretimine girdik.
Bunun nedeni münavebeli ürün olan pancarın yerine ekilen ürünlerin de
yine bizim şirketimizce değerlendirilmesini sağlayarak tarımsal ürünler
için talep garantisi oluşturmak, pazar regülasyonunu sağlayarak
üreticinin ürününden daha çok gelir elde etmesini temin etmektir.
Sonuçta biz piyasaya girer girmez sanayilik patatesin fiyatı %35
oranında arttı, buna karşılık dondurulmuş parmak patatesin fiyatı düştü.
Üstelik de sözleşmeli tarım yapılan alan genişledi. Şimdi bu
tesisimizin kapasitesini iki katına çıkarıyoruz. Yani aldığımız
patatesin iki katı daha patates alacağız. Yine bu tesisimiz bünyesinde
patates nişastası Fabrikası kuruyoruz. O da tamamlanınca bu sezon
aldığımız patatesin 3 katı patates alabileceğiz. Ancak bir farkla, düşük
kalibreli patatesler de üreticinin elinde kalmayacak. Çünkü nişasta
fabrikası boyuna, şekline bakılmaksızın her cins ve her nitelikte ürünü
işleyebiliyor.
Değerli Arkadaşlar;
Türkiye bir tarım ülkesi ancak senede yaklaşık 30.000 ton patates
nişastası ithal ediyor. Niçin? Gıda sanayinde ve özellikle de bebek
mamalarında kullanmak için. Patates nişastası fabrikası kurma
girişimleri ülkemizde daha önce olmuş. Ancak ya fizibl bulunmamış ya da
işletilememiş.
Yani öncelik kârlılıkta olmuş. Yani işin matematiği üretici faydasına,
insan odaklı yapılanmaya galip gelmiş. Elbette biz de ticari bir
müesseseyiz, biz de kârlılığı esas alıyoruz. Ancak bizi diğer
işletmelerden ayıran en büyük özelliğimiz işte burada ortaya çıkıyor.
Biz üreticinin elinde kalan o düşük kalibreli patatesleri de düşünmek ve
çözüm üretmek zorundayız. Yani bu yatırımı yapmak için bize başa baş
noktası bile yeterli. Kaldı ki, entegre bir tesis bünyesinde yer alacağı
için enerjiden, nakliyeye kadar üretim süreçlerindeki avantajlarımız
olacağı için verimli bir işletme olacağını hesaplıyoruz.
Yine bu tesisimize bir üretim bandı daha ekliyoruz ve önümüzdeki yıldan
itibaren donuk sebze üretimine de başlayacağız. Yani ilk kurduğumuzda
üreticiden sadece patates alan tesis daha kuruluşunun 3 yılında aldığı
patatesin 3 katını almaya başlayacak ve buna ilave olarak bölgede
üretilebilecek bezelye, ıspanak, brokoli gibi sebzelerin de en büyük
alıcısı olacak.
Aranızda Niğde, Nevşehir, ya da İzmir kökenli kardeşlerim vardır. En
azından onlar memleketle irtibatları sürüyorsa duymuşlardır. Türkiye’nin
en önemli patates üretim merkezlerinden hatta patateste marka
bölgelerden Ödemiş’te patatese 8-10 kuruşa bile alıcı çıkmadı. Sadece
orada değil aynı şey Nevşehir’de Niğde’de de yaşandı. Sadece bir bölgede
yaşanmadı. O da Konya. Çünkü bölge üreticisi açığa ekim yapmak zorunda
kalmadı. Daha ekerken fiyat belliydi ve o fiyattan ürününü teslim etti.
Biz bir kooperatif işletmesi olmasaydık, sektördeki diğer rakiplerimiz
gibi ne üreticinin ne ürünün yüzüne bakar 8-10 kuruşa patates toplayıp
kârımızı katlardık. Sektördeki diğer işletmelerin en azından bazıları
öyle yaptılar. Bundan sonra da yapacaklar. Ne zamana kadar, pazarda
hakimiyet üreticiye geçene kadar.
Geçenlerde gazetelerde bir haber yer aldı, Konya Çiftçisi mısır ve
ayçiçeğini keşfetti diyordu. Çünkü son 5 yılda Konya’daki mısır üretimi
%400, ayçiçeği üretimi ise son 3 yılda %250 artmıştı. Üretici bu
ürünleri tanımıyor muydu? Babadan atadan beri bu ürünler Konya’da
ekiliyor. Ziraatını da çiftçi biliyor. Problem, pazarda büyük ve
güvenilir alıcı eksikliğiydi. Bu ürünlerde pazar 3-5 tüccarın elindeydi
ve üretici açığa ekim yaptığı için hasat sezonunda fiyatlar dip
yapıyordu. Onun için ekmiyordu, ekemiyordu üretici. Bilmediğinden
değillll....
Çare ne? O ürünün kıymetini bilecek tesis, fiyat dalgalanmalarını
önleyecek büyüklükte bir tesis. Biz de çare olarak hem yem fabrikası hem
yağ fabrikası kurduk. Onun için üretim katlandı, onun için çiftçi mısır
ve ayçiçeğine yöneldi.
3 sene önce Türkiye’nin en büyük yem fabrikasını kurmuştuk, şimdi yeni
yatırımla bu fabrikamızın da kapasitesini %50 arttırdık. Allah’a şükür
Konya yem bitkileri açısından en şanslı illerimizden biri. Yani arpa,
mısır bolca yetişiyor ve o yem bitkilerini harmanlayacak küspemiz de
mevcut. Biz bu tesisi kurana kadar mısırın, arpanın fiyatını tüccar
belirliyordu ve hasat sezonunda ürünün fiyatı yerlerde sürünüyordu.
Şimdi fiyatta belirleyici olan Konya Şeker. Konya Şeker hasat sezonunda
her gün yüksek tonajlı alım yaptığı için ürün fiyatı üretici lehine yeni
bir denge fiyatına oturdu ve şu kadarını söyliyeyim üretici bu işten
%20-25 karlı çıktı.
Biraz önce patates nişastası ithalatını örnek verdim. Tarım ülkesi
Türkiye sadece patates nişastası ithal etmiyor, ihtiyacı olan yağın
yaklaşık üçte ikisini hamyağ veya yağlı tohum olarak ithal ediyordu.
Ülkemizin petrolden sonraki en büyük ithalat kalemi maalesef bir gıda
maddesi. Yani tarımsal kökenli bir ürün.
Dünyanın tarımsal üretim için en elverişli coğrafyasına sahibiz, muazzam
bir tarımsal üretim potansiyelimiz var. Ancak, ithalat kalemlerimizde
üst sıralarda bir tarımsal ürün yer alıyor. Bunu değiştirmek lazım dedik
ve harekete geçtik.
Ne yaptık, önce kanoladan, ayçiçeğine kadar Konya iklimine ve arazi
şartlarına uygun yağ bitkilerinin tohum denemelerini yaptık. Çaprazlama
metoduyla tohum ıslahı gerçekleştirdik. Yani bölge üreticisinin yağlı
tohum ektiğinde kazancını teminat altına aldık. Sonra Altınekin
kampusunda bir hamyağ fabrikasının yatırımını başlattık. 2011’in Aralık
ayında temelini attık, 8-9 ayda tamamladık ve bu hasat sezonunda
ayçiçeği ve kanola alımı gerçekleştirerek üretime başladık.
Bu tesisin tamamlanmasıyla biz bir fabrika daha kazanmadık. Bölgenin
üretim potansiyeli harekete geçti ve hem bölge çiftçisi hem Türkiye
kazandı. 2010 hasat sezonunda Konya’daki ayçiçeği üretimi yaklaşık
60.000 ton civarındaydı. Yağlı tohumlara gelen destekleme pirimiyle 2011
yılında Konya’nın ayçiçeği üretimi yaklaşık 100.000 tona çıktı. Biz
2011 yılında Hamyağ fabrikasının temelini attık ve 2012 hasat sezonunda
alıma başlayacağımızı duyurduk. Sonuç, ayçiçeğinde Konya’nın üretimi
175.000 tonu aştı. 2013 sezonunda ise rekoltenin 350.000 tonun üzerinde
olması bekleniyor. Bu daha başlangıç, üreticinin ilgisi ve tarlada elde
edilen verimdeki başarı bizi daha da cesaretlendirdi ve bu tesisin
kapasitesini 5 katına çıkaracak yatırıma start verdik. Kapasite artırımı
yatırımımız inşallah 2014 hasat sezonuna yetişecek ve yaklaşık 700 bin
ton yağlı tohumu bu tesisimizde işleyebileceğiz. Bunun tarladaki anlamı
şu sadece Konya bölgesi yağlı tohum üretimini 4 senede 10 kattan fazla
arttıracak. Türkiye için anlamı ise çok daha basit yağlı tohum ve ham
yağ ithal kalemlerinde ilk beşten düşecek ve Türkiye bir milyar liranın
üzerinde döviz tasarrufu sağlayacak.
Ancak bunlar yetiyor mu? Yetmiyor.
Başka işleri de planlamanız ve üreticimizin üretiminiz etkileyen piyasa
ve pazarlara yönelik de çalışmanız gerekiyor. Nedir bunlar?
Mesela sıvı şeker. Gıda sanayi biz sıvı şekeri üretmeden önce alternatif
tatlandırıcıları kullanıyordu. Bunun bir sebebi vardı. İyi karışım için
Toz şekeri eritmeleri gerekiyordu, sanayi için bu ilave maliyet
demekti. Biz ne yaptık doğal pancar şekerini sıvı formda üretecek bir
tesis kurduk ve sanayinin önüne bu ürünle çıktık. Alternatif
tatlandırıcıların sağladığı sanayi avantajlarını sunan üstüne üstlük bir
de sağlıklı bir ürün olan sıvı şeker kendi pazarını oluşturdu ve
özellikle gazlı içeceklerde dev firmalar tarafından kullanılmaya
başlandı. Sonuçta tüketici sağlıklı bir ürüne kavuştu. Ancak en önemlisi
biz alternatif tatlandırıcıların elinde olan bir pazarı geri aldık.
Yaklaşık 150.000 ton pancar şekeri şimdi daha çok kullanılıyor. Bunun
tarımsal üretimdeki karşılığı yaklaşık 1 milyon ton pancar üretimi
demektir. Ürün pörtföyünü biraz daha genişlettik ve baklava, tel
kadayıf, sütlü tatlılar, kuru tatlılar, reçel üretimi gibi alanlara özel
ürünler de üretmeye başladık. İlaç sanayinin kullanımı için standardı
yüksek bir ürünü ürettik ve ruhsatlandırdık. Arıcılığı desteklemek için
arı şurubu ürettik. Yani kısaca şunu yapıyoruz, hacmi ne olursa olsun
pancar şekerinin kullanılacağı her alan için özel ve özellikli ürünler
üretiyoruz. Bizim olan veya olması gereken ya da bize aitken piyasanın
taleplerine cevap verilemediği için kaybedilmiş her pazarı geri almak
için gayret gösteriyoruz, önlem geliştiriyoruz. Çünkü biz bunu
yapmazsak, tarımsal üretimi garanti altına alamayız, tarımsal üretim
hacmini genişletemeyiz.
Peki bu yatırımlar nasıl yapılıyor? Kaynağı nereden bulduk?
Üreticiden tek kuruş almadan, hatta ürüne faal olduğumuz sektörlerde en
iyi fiyatı vererek, hatta ve hatta ürünü teslim almadan ürün bedelinin
önemli bir kısmını üreticiye avans ödeyerek son 13 yılda Konya Şeker 1,2
milyar dolarlık fiili yatırım gerçekleştirdi. Tam 28 tane üretim
tesisini tamamladı. Tamamını da öz kaynakla gerçekleştirdi.
Biz gömü falan bulmadık, başımıza talih kuşu da konmadı, hiçbir
yatırımımızda ne yurt içi ne yurt dışı ortaklığımız var ne de her hangi
bir dış finansman modelini kullandık. Sadece son girdiğimiz enerji
özelleştirmesinde bir ortaklığımız oldu. Ancak henüz onu devralmadığımız
ve süreç devam ettiği için bu yatırımların arasına dahil etmiyorum.
Yani tüm tesislerimiz tüketicinin borçsuz harçsız malları.
Burada üç tane formülümüz var; birincisi tasarruf, ikincisi katma
değerli mamul ürünlerin üretimiyle oluşan katma değerin sektörde
kalmasını sağlayan yatırımlarımız, üçüncüsü tüm işletmelerimizin sıfır
atıkla ve yan ürünleri de işleyecek şekilde entegre tesis modeliyle
kurulması.
Bizim dört tür yatırımımız vardır. Bunlardan biri ve bizim için en
önemlisi üreticiden doğrudan tarımsal ürün alıp işleyen tesislerdir.
Hangileri bunlar, mesela Şeker Fabrikalarımız, Yem Fabrikamız, Seydibey
Dondurulmuş Parmak Patates Üretim Tesisimiz, Tohum Üretim ve İşleme
Tesisimiz, Ham Yağ Fabrikamız ve süt ürünleri ünitesi üretime başlayan,
et entegre tesisleri ise yıl sona ermeden üretime başlayacak olan Et-Süt
Entegre Gıda Kompleksi gibi doğrudan üreticiden alım yapan üreticiye
sözleşmeli üretim yaptıran tesisler.
İkicisi ve bizim işletme verimliliğimiz açısından önemli olan ve
yaptıkları üretimle kârlılığımızı arttırarak pancardan, patatese,
mısırdan arpaya, kanoladan ayçiçeğine kadar aldığımız ürünler ve bu sene
alımına başlayacağımız süt ve besi gibi tarımsal girdiler için
üreticimize piyasa şartlarının üzerinde para ödememizi, onlara destek
olmamızı sağlayan sıkılaşma yatırımları. Hangileri bunlar; Buharlı Küspe
Kurutma Tesisi, Paketli Küspe Üretim Tesisi, Biyoetanol Üretim Tesisi,
Sıvı Karbondioksit Üretim ünitesi, Organik Gübre Üretim Tesisi, atık ısı
ile ısıttığımız Ultra Klimalı Modern Seralar, Termik Santral, Biyogaz
Üretim Tesislerimiz, Doğal Depolarımız. Bu yatırımlar bizim hem
kârlılığımızı hem de rekabet gücümüzü arttıran tesislerdir ve biz bu
tesisler sayesinde atıkları ve yan ürünleri işleyerek çerden çöpten para
kazanıyor, buralardan adeta damlaya damlaya göl olan gelir ile de
üreticimize destek olurken yeni yatırımlarımızı da finanse edebiliyoruz.
Bunların ne işe yaradığına dair birkaç örnek vermek istiyorum. Pancarı
teslim alan Konya Şeker, önce pancarı işleyip kristal şekeri üretiyor.
Ancak bu üretim sonrası Konya Şeker’in pancarla işi bitmiyor. Pancardan
şeker ürettikten sonra iki yan ürün çıkıyor biri melas, biri küspe.
Melası daha değerli hale getirmek için Biyoetanol tesisinde işliyor ve
araçlar için üreticinin bancar benzini dediği biyoetanolü üretiyoruz. Bu
süreçte fermantasyon esnasında çıkan karbondioksit gazını da havada
yakalayıp sıvı karbondioksite dönüştürüyoruz. Tüm bu süreçten sonra
çıkan yan üründen organik gübre üretiyor, kalan yan ürünü de yem
üretiminde değerlendiriyoruz.
Şeker üretim prosesi sonrası çıkan bir diğer yan ürünümüz küspenin
önemli bir kısmını ülkemiz dışında sadece ABD’de bulunan teknoloji ile
Buharlı Küspe Kurutma Tesisimizde kuru küspe üretiminde
değerlendiriyoruz. Küspenin değerine değer katan bu işlem sonucu
ürettiğimiz kuru küspe ile ülkemiz hayvancılığını desteklerken, bu
ürünümüzü Güney Kore’ye bile ihraç ediyoruz. Küspemizin geri kalan
kısmını da pereselerde sıkıp Paketli Küspe Tesisimizde ultraviyole
ışınları geçirmeyen vakumlu ambalajlarda besicilerin hizmetine
sunuyoruz.
Yani fabrikaya giren pancarın bir gramını dahi zayi etmeden sıfır atıkla
çalışıyoruz. Bu çerçevede üretim prosesinde kullandığımız sıcak suyu
soğutma kulelerinde enerji harcayarak soğutmak yerine kurduğumuz
seralarda dolaştırarak hem seralarımızın ısıtılmasını sağlayarak sera
ürünleri üretip gelir elde ediyor hem de soğutma için harcayacağımız
enerji maliyetinden kurtuluyoruz.
Başka bir örnek doğal depodur. Bazı kardeşlerim ne işe yarıyor diye
merak edebilir. Cüz’i bir maliyetle tamamladığımız bu depolarda
Seydibey’de işleyeceğimiz patatesleri muhafaza ediyoruz. Yaz kış aynı
ısıda olan bu depolar sayesinde sanayi tipi depolarda kullandığımız
enerji maliyetlerinden kurtuluyoruz.
Bir başka örnek, termik santral. Bu da merak edilebilir, ne işe
yarayacak diye. Bu bizim için son derece önemli, olmazsa olmaz bir
yatırım. Termik santrali Çumra’da kurduk. Fabrikaya kadar uzattığımız
demiryolunu kullanarak Ilgın’dan getirdiğimiz kömürü yakarak elektrik
üretiyoruz. Kullandığımız teknoloji sayesinde sıfır atıkla çalışacak
santralda ürettiğimiz elektriği biz Konya’nın dört bir yanındaki sanayi
tesislerimize sadece nakil bedeli ödeyerek verebileceğiz. Yani Çumra’da
üreteceğimiz elektriği, Konya’daki fabrikamız da, Cihanbeyli’deki
Fabrikalarımız da, Altınekin’deki Fabrikamız da, Seydibey’deki
tesislerimiz de, Meram’daki Et-Süt Entegre Tesisimiz de kullanabilecek.
Burada ürettiğimiz elektriğin bize maliyeti doğal gazla üretilen
elektrik maliyetinin yarısından az. Ulusal Şebekeden alacağımız
elektriğe göre bize inanılmaz avantaj sağlıyor. Yani Bismillah deyip
üretime başladığımız da ilk kârımızı enerji maliyetlerinden
yapabiliyoruz. Neticede de biz bu tür kalemlerden yaptığımız kârlar,
elde ettiğimiz gelirle üreticimizin ürününe her geçen gün, her geçen yıl
daha yüksek bedel ödeme imkânına kavuşuyor, bir yandan üreticilerimize
destek olur, onların ürünlerine iyi fiyatlar verebilirken diğer yandan
da yeni yatırımlar için kaynak biriktirebiliyoruz.
Üçüncü yatırım türümüz ise üretici lehine piyasa regülasyonu yapmak için
gerçekleştirdiğimiz yatırımlardır. Bunlara da Damla Sulama Sistemleri
Üretim Tesisimizin üstlendiği işlevden bahsetmiştim, Organik gübrede
daha çarpıcı bir tablo ortaya çıktı. Bizim ürettiğimiz biovine üretici,
reçete değerleri daha iyi olmasına rağmen piyasadaki diğer ürünlerin
beşte biri fiyatla ulaşabildi. Yani çiftçi daha üretime başlamadan kâr
etmeye başladı.
Dördüncü yatırım türümüz ise katma değerli ürünlere yönelik
yatırımlardır. Hangileri bunlar; Çikolata, şekerli mamuller, sert şeker,
şekerleme, Unlu Mamuller, Bisküvi, Kek ve Gofret üretim Tesisleri ile
önümüzdeki yıl tamamlanacak Et ve Süt Entegre Tesisleridir.
100’lerce yıldır bu topraklar üretiyor. Ürünü römorka yükleyip satmak,
ya da çuvala kasaya doldurup satmak ne kadar bereketli bir yıl
geçirilirse geçirilsin üreticinin refahtan pay almasını sağlamıyor.
Ya ne yapacaksınız? O ürünü mutlaka işleyeceksiniz. Rafa gidene kadar
sürecin içinde olacaksınız. Olmadınız mı aslan payı hep başkalarına
gidiyor.
Mesela Konya Ovası yüzlerce yıldır buğday üretiyor, buğday üreticisinin
ben zengin olduğunu görmedim, ancak tüccarın zengin olduğunu gördüm,
değirmencinin zengin olduğunu da gördüm, ancak en çok makarnacıların,
bisküvicilerin tüccarı, değirmenciyi 5-10 ona katlayacak kadar zengin
olduğunu gördüm. Ege’ye has ürünlerde de böyledir, Karadeniz’e has
olanlarda da böyledir.
O nedenle biz bir karar verdik ve dedik ki, dünyanın en kaliteli şeker
pancarı Konya’da üretiliyor. Pancarı işleyip şeker üretmekle
kalmayacağız, şekerin ana girdi olduğu her ürünü de üreteceğiz. Yani
şekerden kazanılabilecek paranın tamamına üretimin ilk halkasındaki
üreticiyi, pancar üreticisini ortak edeceğiz.
Bizim şekerimizle Karadeniz’in fındığını, Antep’in fıstığını harmanladık
ve çikolata ürettik. 41 ülkeye ihraç ediyorduk, son olarak çikolatanın
anvatanı İsviçre’ye başladığımız ihracatla bu sayıyı 42’ye çıkardık. Bu
daha da artacak. Konya’nın buğdayını bisküvide gofrette kullanmaya
başladık. İncirinizi, kuru üzümümüzü bisküvide, kekte kullanmaya
başlayacağız. Özetin özeti şudur, biz bir üretici kooperatifi olarak
bizim bölgemizde bizim üreticimizin ürettiği hiçbir ürünün tek gramının
dahi işlenmeden bölge dışına çıkmasını istemiyoruz ve o hedefe ulaşana
kadar da yatırımlarımız aralıksız devam edecek.
Türkiye geçtiğimiz yıl yaklaşık 60 milyar dolarlık tarımsal ürün üretti,
bunun da 15 milyar dolarlık kısmını ihraç etti. Bu ihracatın içinde
ileri işlenmiş tarım ürünlerinin payı yaklaşık %10’lar civarındaydı.
İleri işlenmişe güneşte kurutulmuş meyve sebze, hatta un, elenip
yıkanmış, paketlenmiş bakliyat, kabuksuz fındık gibi ürünler dahil
değil. Fındığı çikolata da kullanırsanız, unu kek yaparsanız ileri
işlenmiş ürün sınıfına dahil oluyor.
Türkiye’nin pek çok yerindeki tarımsal ürünlerin asırlık kaderi bu.
Hemen hemen el değmeden yurt dışına çıkıyor, işlenip bize geri geliyor
veya büyük tüketici olan ülkelere o duraklara uğrayıp, işlendikten sonra
gidiyor.
Bakın size çok çarpıcı bir örnek vereyim; Kalkınma Bakanlığının sektör
raporuna göre; Türkiye her yıl yaklaşık 300.000 ton kuru üzüm üretiyor.
Bunun da yine yaklaşık 250.000 tonunu ihraç ediyor. Geri kalanını da iç
tüketimde kullanıyor. Türkiye 73 milyon nüfusa sahip. 16 milyonluk
Hollanda 30.000 tonu bizden olmak üzere yıllık 55-60.000 ton kuru üzüm
ithal ediyor. Yani kişi başına hemen hemen 4 kilo düşecek kadar kuru
üzüm alıyor. Ben yurt dışında bizdeki gibi avuç avuç üzüm tabak tabak
kuru incir yenildiğini görmedim.
Ne yapıyor bu kadar üzümü inciri, gıda sanayinde kullanıyor. İşte o
Hollanda kendi topraklarında 20 milyar dolarlık tarımsal hasıla üretiyor
ancak gıda sanayinin yıllık üretimi 150.000 milyar doların üstünde ve
gıda ürünlerinde net ihracatı da 60 milyar dolarlar seviyesinde.
Geçenlerde gazetede bir haber okudum, bir girişimcimiz, Çin pazarına
kuru incirle girmiş ve bir yılda 9 ton kuru incir satışı
gerçekleştirmiş. Hedefinin 10 milyon dolarlık ihracat olduğunu haklı bir
gururla söylüyor. Bu kardeşimizin başarısını tebrik ediyorum. Ancak
marifet o inciri mutlaka başka bir ürünün içine sokmaktır. Yani 9 ton
incirin yanında 90 ton buğdayı işleyip satmaktır. 15 milyonluk girdi ile
150 milyonluk ticaret gerçekleştirmektir. Bunu başkaları yapıyor ve
ağırlıklı olarak da kooperatif işletmeler vasıtasıyla yapıyor.
Eldeki potansiyel, bizim vatanımızın bize bahşettiği imkânlar açısından
eksiğimiz yok. Eksik nerede? Galiba biz bir takım oyunu oynayamıyoruz.
Yani Üniversitesiyle, devlet organizasyonuyla, sanayisiyle,
kooperatifleriyle, tarladaki üreticisi, tüccarı ile bir takım gibi
hareket edemiyoruz. Belki oyunun kurallarında eksikliğimiz var veya rol
dağılımında belirsizlikler var. Mesela biz bu eksikliklerden birini daha
gidermek için önemli bir adım attık. Hani bir takımın oyun kurucusu
eksikse, yani takımın efektif oynamasını sağlayacak 10 numara yoksa
takım çok koşup netice alamıyor ve savunmaya mahkûm oluyorsa, bizim
sektörümüzdeki durumun da aynen böyle olduğunu düşündük ve 10 numarayı
takıma kazandırmak için harekete geçtik.
Sektörün efektif oynamasını ve yaratıcı olmasını sağlamak için bir Tarım
ve Gıda Üniversitesi için önemli bir mesafe kat ettik. Ülkemizde 30’un
üzerinde ziraat fakültesi mevcut. Üstelik de Türkiye dünyanın en büyük
7. Tarım ekonomisi hedefi de ilk beş. Peki bunun yenilikçi yönü ne
durumda? Sektörle bilimi entegre edebilmiş miyiz? Onun cevabı patent
enstitüsünün istatatistiklerinde mevcut. Bakın 2012 yılında ülkemizde
toplam 13.056 patent ve faydalı model tescili başvurusu yapılmış.
Bunlardan 5.907’si ülke içinden, 7.149’u yabancı menşeli. Gıda ürünleri,
tarım ve tarım, ormancılık makineleri için yapılan toplam müracaat
sayısı 384’ü yerel 188 yabancı olmak üzere 582. Yüzde 5 bile değil.
Daha vahim rakamlarda var. Mesela son yayınladıkları istatistik
2000-2007 arasını kapsıyor. Endüstriyel tasarımda tarım, avcılık ve
ormancılıkta sadece 20 başvuru var. Toplam başvuru ise 8.583. imalat
alanında yine aynı dönemde toplam 37.138 patent başvurusu yapılmış,
yerli gıda imalatı için yapılan başvuru sayısı sadece 384. Yabancıların
yaptığı başvuru 396. Yani tarım ülkesi gelecekte dünyanın en önemli gıda
tedarikçisi olmaya aday Türkiye gıdada patent üretme konusunda %1’ler
seviyesinde. Bu rakamlar şunun göstergesi, biz sektör olarak bilginin,
teknolojinin ve yeniliğin üreticisi değil son kullanıcısıyız. Yani limon
sıkıldıktan sonra suyunu çıkarmaya çalışıyoruz.
Biz bu bir eksikliktir dedik ve başkalarından beklemek yerine iş başa
düştü deyip çare aradık ve 3 yıllık bir çalışmanın sonunda da son
aşamaya geldik.
En başta ülkemizin kuşbakışı görünümü ortaya koyarken, işgücüne katılımı
arttırmamız, rekabetçi yapımızı güçlendirmemiz ve verimlilik problemini
çözmemiz gerektiğinden bahsetmiş bu problemin diğer sektörler gibi
tarım sektörünün de problemi olduğunu belirtmiştim. Sektörün bunların
yanı sıra tarımsal altyapı, ölçek ekonomisi, bilim ile tarım, tarım ile
sanayi entegrasyonu gibi problemlerini de sınıflamadan izah etmiştim.
Umarım fotoğrafın bütününü tasvir edebilmiş ve bu problemlere çözüm
üretmeye gayret eden ve öznesi insan olan, başrolünde insanın olduğu,
işin matematiğinden çok insana etkisini bilançolaştıran bizim modelimizi
doğru anlatabilmişimdir.
Bu modelin fiyat problemlerini de verimlilik problemlerini de rekabetçi
yapıyı da dikkate aldığını en önemlisi de sadece bugünü kurtarmaya değil
gelecek tahmin ve beklentileri açısından da cevaplar üretmeye
çalıştığını özellikle de her yıl bir öncekinden daha çok insana ulaşmayı
hedeflediğini söylemek istiyorum. Bunlardan daha iyileri yapılabilir
mi? Ben açık yüreklilikle söyleyeyim, eğer yapılırsa bundan en çok
mutluluk duyacak olan bizler olacağız.
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum, bizim hinterlandımızda 250 bin
hektarlık bir tarım alanı var. 1954’de sadece 10.000 hektar alanda
sözleşmeli tarım yaptırabiliyorduk. 2000’li yılların başında bu miktar
yaklaşık 20.000 hektara ulaşmıştı. Son 13 yılda yani 2013 yılı
itibarıyla bunu yaklaşık 100.000 hektara çıkardık. Her tesis ve her
proje şemsiyeyi genişletiyor. Bizim nihai hedeflerimizden biri 250.000
hektarlık alanın tamamını bu şemsiyenin altına dâhil etmektir. Talep
garantili ve iktisadi değere sahip, katma değeri yüksek bir üretim
zincirini oluşturduğumuzda devlet memurluğu güvencesine sahip bir
üretici profilimiz olacak.
Avantajlarımızdan bahsetmiştim, ülke olarak hedeflerimizden
bahsetmiştim, meselelerimize de değinmiştim. Biz kendi ölçeğimiz de
yakınmıyor çare üretiyoruz. Bunun veya bundan iyilerinin ülke sathına
yayıldığını düşünürsek, yani potansiyelden zenginlik üretmeye
başlayacağımıza dair umutlarımız yeşerirse, geleceğe daha umutlu
bakabileceğimizi ifade etmeliyim.
Bizim umudumuz var ve sektörün geleceğini daha parlak görüyoruz. Umarım
sizler de bu salondan daha umutlu ayrılacaksınız ve ülkemizin köylerinde
yaşayan milyonların dünyadaki rakipleriyle rekabet edebilmeleri için
verdiğiniz desteği ve katkıyı katlayacaksınız. Devlet kademesi ile
tarladaki üreticinin duygu birlikteliğine ihtiyaç olduğunu, en önemlisi
de buna ihtiyaç duyan bir sektörün ve insanların olduğunu bilmenizi
istiyor hepinizi saygı ve hürmetle selamlarken, kendimizi anlatabilmemiz
için verdiğiniz imkâna ve ayırdığınız zamana tekraren teşekkür
ediyorum.
Ankara'da Kamu Bürokratlarının Katıldığı Toplantıda yaptığı konuşma metni, Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder