21 Aralık 2011 Çarşamba

Recep Konuk Vizyonu

www.gercekkulis.com sitesinden güzel bir yazı:

Recep Konuk

15 Günlük Kuzu, it Bile Anladı, Onlar Anlamadı
İnsanın eli boş olunca ne ile oyalansam diye ordan oraya gönül gezdirir.
Bunu her iki anlamda da söylüyorum.
Mesela dün gece elim boştu, evde televizyon başında tembellik etmekten yana kullandım tercihimi.
Elde kumanda standart bir Türk erkeği gibi koltuğa geniş oturup kanal kanal gezmeye başladım.
Yayın dünyası renkli mi renkli.
Görücü usulü kalkmış artık.
72 milyonun huzurunda ekranda arkasında koca arıyor kimisi.
Mahremi unutan, medya maymunu olmuş edepsizler ise eski hayat arkadaşının namussuzluğundan dem vuruyor ulu orta.
Kimisi vatan kurtarıyor Alemdar Polat gibi, kimisi Ahmet Kaptan ile öyle bir zaman geçiriyor.
Reklamlar ise daha renkli, en azından hoş.
Sucuk gördüm.
Çikolata, gofret gördüm.
Hamburgerin yanında nar gibi kızarmış patatesleri gördüm.
Memesi patlayacak kadar süt biriktirmiş, semiz, tertemiz ve yeşillikler içinde inekleri gördüm.
Ayçiçeği korosu eşliğinde yemek yapanını da gördüm.
Onlarca marka ve o markaların arkasında onlarca devasal şirket arz-ı endam etti ekranda.
Tam bana bunlar bir şeyler hatırlatıyor, o onlarca marka ve onlarca şirketin yaptığını topluca bu topraklarda, bu toprakların insanıyla ve bu toprakların insanları için yapanlar da var derken, bizim buraların çocukları sahne aldı.
Kimi plastik ibrikle boğuşuyor, kimi köpeğin önündeki yal kabından işe yarar bir şeyler yapmaya çalışıyor, kimi kap kacağı bir şekle sokuyor, kimi çöpe atılmış tahta kasayı kullanmaya çalışıyordu.
Özverili ve yaratıcı bir koşuşturma.
Sonu nereye varacak diye beklerken hikâyede belirginleşmeye başladı.
Elbirliği ile yoklukları aşmanın, imkansızlıklarla ve yoklukla mücadele ederek üretmenin ve başarmanın peşindeydiler.
Sadece çocuklar sahne almamıştı filmde.
Yal kabının önünden alınması daha etkileyici ve inandırıcı oynayan sonra da çocukları kovalayan itte rolünün hakkını vermişti.
Hatta Türkan Şoray vari gözleriyle bizim buraların eşeği bile hayranlıkla izliyordu, bizim buranın çocuklarının çabasını, gayretini.
Kuzuya ayrı bir satır açmam lazım.
Sonradan gazetede okudum.
15 günlükmüş.
Yanındaki çocuğa emanet etmişler eğit, öğret diye.
Bir haftada rolünün önemini, yaptığı işin anlamını kavramış.
Son sahnede bir melemesi var, şarkıcılık türkücülükle meşhur olup sonradan sinemaya atlayan değme sanatçılara taş çıkarır.
Bizim oraların iti, eşeği, koyunu, kuzusu da bir başka oluyor, daha bir zeki oluyor dedirttiler bana.
Sonra tablo güzelliğinde tanıdık bir görüntü, devasal fabrikalar ve 900.000 çiftçinin başarısını anlatan tok ve inançlı bir dış sesin eşliğinde Konya Şeker mührü ile noktalandı, bitmesin dediğim bu reklam filmi.
Tembellik moduna geçmiş ben, en azından başparmağımı daha hızlı çalıştırıp kanal kanal gezip bu keyfi tekrarlamak, yeniden, yeniden izlemek istedim.
Dört beş kanalda daha yakaladım.
Başparmağım hızla yenilerini ararken, bir kanala daha takıldım.
Yereldi kanal.
Hem de tam yerel, öyle uyduda muyduda yok.
Orda da çıkar her halde dedim.
Yine yabancı gelmeyen yüzler gördüm, insanı ürküten, ne ile çalındığını bilmediğim ancak bizim buralara ait olmayan bir müzik eşliğinde.
Az önce seyrettiğim ve seyrederken farkına bile varmadığım sazla, tefle, cümbüşle, kanunla kısaca bizim buraların sazlarıyla çalınan “elmaların yongasının” verdiği sıcaklığa sığındım bir an, içimden o sıcak müziği, bizim buraların müziğini tekrarlayarak.
İçimden biri bizim, biri bizden ırak olsun diyerek izlemeye devam ettim yerel mi yerel kanalı.
Tarz ve tavırları bizim buralara uymasa da görüntüye takılıp sabırla izledim bir süre.
Ama ağızlardan çıkanı kulakların duymadığını anladım söylediklerinden.
Dedim ya eli boş olan adam fuzuli işlerle uğraşır.
Onlarda o güzelliklerin mimarlarına, bu toprağın çocuklarının gayretine, bu toprağın insanının başardıklarına çamur atıyorlardı.
Tıpkı boşandığı karısının arkasından konuşan çirkin tipler gibiydi konuşmaları ve tarzları.
Bir reklam kuşağını dolduran onlarca markanın ve o markaların arkasındaki onlarca devasa şirketin yaptığını tek başına, bu topraklarda ve bu toprakların insanıyla, bu toprağın insanı daha çok kazansın diye yapanlara sallıyorlardı.
Dedim ya eli boş, işsiz güçsüz adam iki şeyle meşgul olur, ya benim gibi koltuğa yayılır tembellik eder, zararı sadece kendinedir.
Ya da bunlar gibi yapar ne muzırlık üretsem, kime ne kara çalsam, hangi nifak tohumunu büyütüp bedavadan nemalansam diye çalıştırır kafasını, bunların da zararı herkesedir, ancak en çok garibanlaradır.
Ehl-i namus olup edebinden suskunluğu tercih edenleredir. Zaten hedef olarak da hep onları seçerler bu gibi tipler.
Arkasında ne var bilmem.
Reklam pastasından pay mı alamadılar, yoksa çiftçinin kazancında mı gözleri var veya iyiye güzele karşı kadrolu muhalifler mi, kronik iftiracılar mı, başkaları için piyonluk mu yapıyorlar anlamam.
Ancak tembellik günümde izlediklerimden çıkardığımı sizlerle paylaşabilirim.
Konya Şeker, kuzuyu bile motive etmiş, iti bile bu topraklar için koşturabilmiş. Onlar bile bu toprağın bir parçası olarak bu işe omuz vermiş, destek olmuş.
Eşek bile en azından tepinmeden, tepik vurmadan, hayran hayran seyretmiş.
Hadi bu işin ucundan tutmak için it gibi koşturmadınız, hadi 15 günlük kuzu kadar da bu işlere merakınız yok, hayır işlemeye, katkı vermeye, destek olmaya niyetiniz yok.
En azından beğenmeseniz de, hoşlanmasanız da hayranlıkla olmasa bile bari sessizce seyredin.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder